25 Nisan 2016 Pazartesi

Ah şu mecburiyet olmasa ...

Bazen hani ruhunuzun yorulduğunu hissedersiniz ya kimseye bişey anlatmaya mecaliniz kalmaz heh işte öyle bi moddayım bu ara. Ruhum çok yorgun sanki kendini bekleme moduna almış vücudum istemsizce hayati ihtiyaçlarını yerine getirmeye çalışıyor sadece...Peki ilacı ne ki acep? Biliyorum ne olduğunu ama o ilaca maalesef ki herkesin ulaşması mümkün değil ... Ne mi? Hayatınızda kooocaaaamaaannnn bir değişiklik :)

Hayat dediğin şey öyle yaşamaya başlayıp sıkıldığında değiştirip yenisini alabileceğimiz bişey değil maalesef. Eminim herkes istemiştir bunu benim gibi ... Hatta ben insanların reankarnasyonu da bundan uydurduğunu düşünüyorum (inananlara saygım var ama ben anlaşıldığı üzere inanmıyorum) Yani öldükten sonra başka bir bedende aynı ruhun başka bir hayat yaşayacağı inanışı bence insanın mevcut hayatındaki umutsuzluğunu bi nebze olsun yeşertmek için kullanılan bir argüman. Böylece belki bi dahaki sefere mutlu olurum, zengin olurum bla bla gibi hayallere gerçekleşme payı tanıyabiliyoruz kendi içimizde...Keşke ben de inanabilsem.

Neyse dediğim gibi hayatımızdan sıkıldığımızda vazgeçip yeni bir hayata dalamıyoruz. Hele de Türkiye'de bu bence daha zor. Amerika ya da Avrupa'da insanların bence yaşam standartlarıyla doğru orantılı olarak hayatlarını değiştirmek ki bunlar ufak ya da çok büyük farketmez bence daha kolay... Peki neden sıkılıyoruz hayatımızdan ya da ben neden sıkıldım hayatımdan bu ara buna kafa yoruyorum...

Bir kere hatırı sayılır bi yaşa geldim. 34 oldum. İyi bi işim kariyerim var. Hatta bir çok insanın özenebileceği bir işe sahibim. Ortalama bi gelirim var milyarlarla oynamıyorum. İnanılmaz derecede sevdiğim bir sevgilim var ki o da beni seviyor :) Aile içi ilişkilerim normal seyrinde işte... Arkadaşlarım var seviyorum seviliyorum. Peki benim derdim ne ?

Aslında hepimizin derdi olan benim de derdim. Olmak isteyip de olamadığımız insanın, yaşamak isteyip de yaşayamadığımız hayatın arada aklımıza gelmesi ve beraberinde getirdiği yetersizlik hissi ve hüzün... Bence herkesin içinde bu duygu çıkıyo ara ara. Hatta şehir insanlarının spora, yogaya, sanata vs. gibi aktivitelere iş sonrası koşturarak gitmelerinin altında da bu nedenin yattığını düşünüyorum. Aklımıza gelen şeyleri unutmaya çalışmak ve içinde debelendiğimiz bu saçma hayatın çok da kötü olmadığı fikrine bi şekilde kendimizi alıştırmaya çalışmak... Doğru mu yapıyoruz peki? Tabi ki hayır. Ama değişikliğe gidebilmek için her anlamda gücünüzün olması gerekiyor. Her anlamda ile maddi ve maneviyi kastediyorum tabi ki...

Hobbit köyü çok tatlısın :)
Öyle yaa hangimiz istemiyoruz doğanın içindeki bahçeli evlerde yaşamayı... Ya da Ege'nin bir kasabasında bahçemizi ekip biçip huzurla uyumayı.... Ya da deniz kenarında bir evde uyanıp gökyüzünün maviliği ile denizin maviliği arasındaki ton farkını ayırt etmeye çalışmayı... Ondan değil mi bütün bir sene çalışıp bir hafta deniz kenarına koşmamız... Aslında hepimizin istediği aynı şey özümüze dönmek... İnsanın özü doğada çünkü. Doğadan koptuğumuz için belki de bu iç huzursuzluğumuz. Aslında hayatımızı değiştirme isteğimiz belki de özümüzü doğamızı özlüyor olmamızdır. Belki de ondan hepimiz Hobbit köyüne hayranız ya da Navi halkının içinde yaşamak istiyoruzdur... Belki de o içimizdeki en küçük matruşkanın kalbinde sadece yeşile ve maviye yer vardır... Kimbilir ?

Kısaca hayat çok da yaşanası değil ah şu mecburiyet olmasa :)